Berlinli Hukukçu Prof. Dr. Abdurrahim Vural , 1453 Kral Medya Onursal Başkanı Usta Gazeteci Cevdet Yıldırım `a Berlinli Hukukçu Prof. Dr. Abdurrahim Vural Kim diye özel söyleşi yaptı.
Bu haberimizde Berlinli hukukçu Prof. Dr. Abdurrahim Vural’la söyleşide bulunacağız ve kendisini siz kıymetli takipçilerimize tanıtacağız.
Soru: Sayın Abdurrahim Vural bey, sizi tanıyabilirmiyiz? Kendinizden bahseder misiniz?
Cevap: İsmim Abdurrahim Vural. 1968’de Samsun’a bağlı olan Aşıklı köyünde doğdum. Orada yaşarken Bayramlı ilkokulunu bitirdim. 12 yaşındaki bir çocuk olarak 1980 yılında ilk önce babamla birlikte Berlin’e geldim (Sonra annem de Berlin’e taşındı). Almanya’ya yeni gelmiş olan çocuklar için öngörülen bir hazırlık sınıfına katıldıktan sonra Berlin-Kreuzberg’de bulunan bir ortaokulu ziyaret edip onu 1986’da bitirdim. 1987’den 1991’e kadar Lichtenberg Kolleg Lisesi’ne gittim. 1992’den 1997’e kadar Potsdam’daki Hukuk Fakültesi’nde hukuk okudum. Sonra Dresden Teknik Üniversitesi’ndeki Hukuk Fakültesinde hukuk öğrenimime devam ettim ve sonunda 2003’te doktora eğitimimi tamamladım. Tekrar Potsdam Hukuk Fakültesinde eğitimimi 2010’da tamamlayarak Profesör ünvanımı aldım.
1983’te başlayarak değişik İslami örgütlere katılıp hem onların idaresinde hem de hukuk danışmanı ve avukat olarak çalıştım. Örneğin İslâm Federasyonu, İslâm Vakfı, İslâm Cemaati ve Avrupa Milli Görüş Teşkilatı’na bağlı tüm derneklerin yönetimsel ve proje çalışmalarını birinci derecede yürüttüm. Bunun sonucunda açılan mahkeme ve davalarda, cemiyetlerin sorumlu ve temsil gücü olarak gösterildim.
T.C. Berlin Büyükelçiliği ve T.C. Berlin Başkonsolosluğu’nun hazır bulunduğu birçok toplantıya katıldım. Ayrıca Türkiye’den Berlin’i ziyaret eden bakan ve milletvekillerine “Almanya’daki Türk ve Müslüman Cemaati’nin durumunu” içerikli dosyalar hazırladım. Bunların arasında 9. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Refah Partisi eski Genel Başkanı merhum Necmettin Erbakan’da var. 1996’da Refah Partisi eski Genel Başkanı merhum Necmettin Erbakan’dan Refah Partisi Dış Temsilciliği olarak teklif aldım. Ancak kısa bir süre sonra Refahyol hükümetinin düşmesi bu görevlendirmeyi mümkün kılmadı. 2003 yılında İslâm Federasyonu Başkanı Nail Dural ile Berlin Adlon Oteli’nde Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’la görüştüm. 2006 ve 2007 yıllarında Berlin’de İslâm Cemaati adına yaklaşık 200 ülkenin elçiliklerini ziyaret ettim ve İslâm diyalog sürecini başlattım.
Parallel olarak Almanya’nın değişik mahkemelerinde çeşitli davalar kazandım. Bazılarını değinmek istiyorum:
1) 1991’de Berlin Anayasa Mahkemesi’nde Ayasofya Camii’ne yönelik icra kararını resmi olarak durdurup İslâm Federasyonu’nun, istihbarat tarafından izlenilmemesini ve Anayasa Koruma Dairesi (Verfassungsschutz) raporlarında yer almamasını sağladım.
2) 1994’te tam üyelik statüsünü kazanarak CDU partisinin ilk Türk üyesi oldum.
3) 1996’da Federal Sosyal Mahkemesi’nde, Türkiye’de çocukları okuyan ebeveynlerin, bundan böyle çocuk paralarını Almanya’da ikamet edenler gibi alacak şeklindeki davayı kazandım.
4) 1999’da İslâm Federasyonu’nun Almanya’da resmi ilk Müslüman dini cemaat olarak tanınmasına öncülük ettim.
5) 1999 ve 2000 yıllarında Yüksek İdare Mahkemesi’nde ve Federal Danıştay Mahkemesi’nde, Berlin’in İlkokullarından Lise’nin sonuna kadar, Müslüman çocuklara, İslâm Federasyon’u vasıtasıyla din dersi verilme hakkını elde eden davaları kazandım.
6) Ayrıca Berlin’de kamu dairelerinde yaptığım yoğun çalışmalar sonucu, birçok camiyi binaların bodrum katı ve arka cephelerinden çıkartıp, Kültür Evleri ve Merkezleri haline dönüştürdüm. Aynı zamanda her yıl 3 Ekim tarihinde Almanya genelinde camilerde düzenlenen “Tag der offenen Tür” geleneğinin baş mimarı oldum.
7) 2005’te Berlin’de meydana gelen Hatun Sürücü olayında kız kardeşi Arzu Sürücü’nün talebiyle davaya müdahil oldum. Aynı yılda Eski Doğu Almanya Cumhuriyeti’nin son Devlet Başkanı Lothar de Maiziere (1990’da İslam Cemaati’nin Doğu Almanya’da devlet tarafından tanınmasını sağlayan devlet başkanı) ile Birleşik (Federal) Almanya Cumhuriyeti’nde İslâm dininin Almanya’da resmi bir din olarak tanınma hakkını görüştüm.
9) 2005 ve 2006 yıllarında Almanya’daki Müslüman kadın öğretmenlerin, başörtüleriyle okulda ders vermeleri için, başta Bavyera olmak üzere Almanya’nın çeşitli Eyalet Anayasa Mahkemelerinde davalar açtım.
10) Aynı yıllarda Berlin Eyaleti ve Almanya Federal Devletinden İslam Cemaati adına devlet sözleşmeleri talep ettim.
11) Aynı zamanda 2006’da Teravih gecesinde konuşan Berlin Mevlana Cami İmamı Yakup Taşçı’nın Alman makamları tarafından sınır dışı edilmesi kararını Anayasa Mahkemesi’nde durdurdum.
12) Aynı yılda Berlin Humboldt Üniversitesi bünyesinde bir İlahiyat Fakültesi’nin kurulması için Üniversite Rektörü ilahiyatçı (tanrıbilimci) Christoph Markschies ile bir prensip anlaşması imzaladım.
13) Bir yıl sonra (2007’de) Almanya Anayasa Koruma Dairesi’nin (Verfassungsschutz) Avrupa Milli Görüş Teşkilatı Genel Merkezini uyarması ve grandpashabet giriş yoğun baskı uygulaması sonucu teşkilatla yollarımı ayırmak zorunda kaldım. Aynı dönemde İslâm Federasyonu ve İslâm Vakfı’nın görevlerinden resmi olarak istifa ettim.
14) Daha sonra çalışmalarımı Almanya İslâm Cemaati bünyesinde devam ettirdim.
15) O dönemde sanal ortamda Nazi gruplarına ait ve çoğunun İslâm’a hakaret ettiği bazı sitelerde hedef gösterildim. Yayınlanan ölüm listesinde adım geçti.
16) Sonraki yıllarda Almanya İslâm Cemaati Başkanı olarak İslâm dininin Almanya’da resmi bir din olarak tanınması, yani Körperschaft des öffentlichen Rechts (kamu tüzel kişiliği) hakkının hayata geçirilmesiyle ilgili çalışmalarıma devam ediyorum.
Soru: Berlin’de yaşayan başarılı akademik bir avukatsınız. Burada yaşayan Almanyalı Türkler önemli bir faktör müdür?
Cevap: İkinci dünya savaşının yıkıcı etkileriyle sarsılan başta Almanya olmak üzere bazı Batı Avrupa ülkelerinde 1950’li yıllardan itibaren büyük bir sanayileşme ve kalkınma hamlesine girilmiştir. Ancak savaşta genç nüfusunun önemli bir kısmını kaybeden bu ülkeler iş gücü açığını yurtdışından getirdiği insan kaynağı ile kapatmak zorunda kalmıştır.
1960’lı yılların başından itibaren Türkiye’den de bu ülkelere iş gücü olarak çok sayıda insanımız Almanya’ya gitmiştir. 2001’de yaklaşık 2 milyon vatandaşlarımız Almanya’da yaşadı. Bu sayı 2020’e kadar 1.450.000’e azaldı. Tabii çokları Alman vatandaşlığına geçtiler. Fakat aynı zamanda Türkiye’ye dönmüş olanların sayısı da yükseldi.
Buna rağmen Avrupalı ve Almanyalı Türkler göçün başladığı yıllardan günümüze kadar geçen süre içerisinde hem yaşadıkları ülkelere hem de Türkiye’ye pek çok alanda ciddi katkılar sağlamışlardır. Göç ettikleri ülkenin iş gücü açığını kapatıp o ülkelerin kalkınma hamlesinin gerçekleşmesinde önemli rol oynamıştır. Gerek şehrin ekonomisine, sosyal ve kültürel gelişimine çok büyük katkılar sağladık ve sağlamaya da devam ediyoruz.
Soru: Dünyayı kasıp kavuran Korona salgını süreci sizce nasıl devam edecek? Bu konudaki öngörüleriniz nelerdir?
Cevap: Korona bir salgın, yani tüm dünyanın ortak sorunu olan bir hastalık. Hasta olan insanların sayısı bir dalga gibi bazen azalıp sonra tekrar yükselir. Bence üç sebepten dolayı: Bir bakımdan insanlar salgın devam edince koruyucu önlemleri uygulamakta yorulmaktadırlar. Ayrıca politikacılar ekonominin çöküşünü durdurmak maksadıyla önlemleri erken kaldırıyorlar. Ve mutasyonlar yoluyla meydana gelen yeni virüsler de hastaların sayısını artırıyorlar. Ölülerin yüksek sayısı mutlaka hepimizi üzüyor.
Uzmanların tahminlerine göre önümüzde en az yarım yıl daha var. En iyimser bakış açışı ile böyle. Belki daha uzun bir süre olacak. Burada herkese çok iş düşüyor. İnsanların koruyucu önlemlerin hepsini hiç aksatmadan uygulaması gerekiyor. Çünkü bulaşıcı hastalıkların temel tedavisi, korunma tedavisidir. Korona hava yoluyla bulaşıyor. Yani yüz bölgemizden, ağız ve burundan alıyoruz bu hastalığı.
Normalleşmenin de ne zaman başlayacağını ve tam anlamıyla normalleşme sürecinin ne kadar zaman alacağını tahmin edebilmek maalesef su anda mümkün degildir. Bu süreci salgının gidişatı ve kontrol altına alınması belirleyecektir. Geçen Aralık ayından beri değişik aşı maddeleri piyasada bulundukları için salgının sonu ufukta görülür, ancak mutasyonlar aracılığıyla değişen yeni virüsler hepimizin normal bir yaşama dönmelerimizi frenleyebilir.
Soru: Berlin’de yaşayan bir avukatsınız Prof. ve Dr. unvanınız var. Bu hedeflere ulaşmak kolay oldu mu?
Cevap: Ailemin yaşadığı zorluklar ve çevremdeki engeller asla benim gözümü korkutmadı. Hayatımdaki hedefimi hiçbir zaman gözümden kaybetmedim. Üniversite eğitimim başlayana kadar yan hizmetlerde farklı işler de çalıştım. Bu zamanda daha az şeylerle yetinmeyi öğrendim. Fakat burada Almanya da ilerlemek için mutlaka Almanca anlamak, konuşmak ve yazmak şarttır. Bunun için Almanca öğrenmek için büyük çaba harcadım.
Meslek yolculuğumda da felsefem her zaman şöyle olmuştur: Üniversitedeki dersleri severek okuyup çalışmak ve bunun sonucu olarak başarılı bir öğrenciydim. Başarı bir hediye olarak verilmez, çalışa çalışa onu elde edebiliriz.
Ben bir iş yaparken, hangi iş, hangi basamak olursa olsun en iyisini yapmak isterim. Sadece yapılmış olması için hiçbir işi veya çalışmayı yapmam. İyi bir hukuçu olmanın gerektirdiği bilginin yanında, mesleğin anlamını dolduran insani özelliklerin de her zaman güçlü olması gerektiğine inananlardanım. Her gün daha iyisini yapmak, insanlara maksimum fayda sağlamak, tüm teknolojik gelişmeleri takip etmek, hiçbir karşılık beklemeden toplumsal anlamında sana muhtaç insanlar için 7 gün 24 saat çalışmak üzerine kurgulanmış bir meslek inancım oldu. Bir işi başarmak istiyorsam, geçilmesi gereken yolları ve zor basamakları öğrenirim. Önüme çıkan hangi engel olursa olsun asla yapabilme inancımdan ve mesleki değerlerimden ödün vermeden yoluma devam ederim.
Soru: Almanya’da yaşayan Türklerin sizce en önemli sorunu nedir?
Cevap: Biraz önce anlatmak istediğim gibi burada yaşamak isteyen vatandaşlarımız Almanya’da konuşulan dili öğrenmelidirler. 1960’larda gelmiş olan nesil ekseriyetle özel bir tahsil edinmedikleri için Almanca öğrenemediler. Fakat sonraki nesillerin birçok gençleri ne iyi bir Almanca ne de düzgün bir Türkçe öğrendiler. Onlar maalesef okuldaki öğretimle değil, çok başka şeylerle ilgileniyorlar.
Başka bir sorun ise burada bazı yerlerde görülen yabancı düşmanlığıdır. Yabancı düşmanlığı özellikle Türk vatandaşlarımızı tanımayan kişilerde bulunur. Fakat biz Almanlarla iyi diyalog kurmaya çalışırsaz, bence bu problem azalacak.
Soru: Almanya’da yaşayan bir Türk olarak Almanya olmasaydı başka hangi ülkede yaşamak isterdiniz ve neden?
Cevap: Hiç düşünmeden “Türkiye“ diyebilirim. Türkiye tüm sahip olduğu kültürel ve tarihi zenginliklerinin yanı sıra yaşam koşulu olarak kaliteli ve çok çeşitli olanaklar sunmaktadır. Bu olanaklar içerisinde eğitim, sağlık, barınma, beslenme ve çalışma gibi temel olgular öne çıkmaktadır.
Soru: Sizce, gelecekte Almanya’da Türkiye’den gelen vatandaşlarımızın sosyal, siyasal, ekonomik ve de kültürel durumları ne olacak? Önümüzdeki 10 yıl için neler öngörüyorsunuz?
Cevap: Türkiye’den gelen vatandaşlarımızın girişimcilik potansiyeline ve iyi yetişmiş insan gücüne dayanan bir atılımla, karşılaşacağı güçlükler ne olursa olsun, çok ayrıcalıklı bir konuma gelebileceğini düşünüyorum. Dünyanın en büyük on ekonomisi arasında yer alan Almanya‘da siyasal ve sosyal, bilim, kültür ve sanat alanındaki tüm başarılarımızla gurur duyabiliriz.
Önümüzde ki 10 yıl içerisinde de daha güzel konumlara geleceğiz ve yakın zamanda hep birlikte bunu göreceğiz.
Soru: Son olarak gençlere iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
Cevap: Doğru meslekler seçin. Size uygun, yapabileceğiniz, ömür geçirebileceğiniz. Sadece parası ve havası için meslek seçmeyin. Eğer kişi mesleğini çok severse, kararlarını alırken kendisine dürüst olursa, başaramayacağı hiçbir şey yoktur. Başarının ana bileşeni de çalışmaktır. Burada konuşulan dili söz ve yazıda iyi öğrenmek için çaba gösterilmesi gerektiğini tekrar ve tekrar söylemek istiyorum. Hiçbir başarı çalışmadan, alın teri olmadan ve emek verilmeden kazanılamaz. Bundan başka buraya gelen gençler Almanya’daki yaşama uymaya hazır olmaları gerektiğini de dile getirmek istiyorum.
CEVDET YILDIRIM -ALMANYA